Yılların radyocusu Deniz Özen Başaran, tamamen kadın öykülerinden oluşan ‘Kahvaltıyı Balkonda Yapalım’ isimli ilk kitabıyla edebiyat dünyasına da adım attı.
Kadına yönelik şiddet ve ayrımcılığın gündemden düşmediği Türkiye’de Özen, 16 ayrı öyküsünde kadın hallerini yalın bir dille anlatıyor. Yazarın anlatımın gücü de bu yalınlıktan geliyor.
Puslu Yayınları’ndan çıkan Kahvaltıyı Balkonda Yapalım’ın yazarı Deniz Özen Başaran ile söyleştik. Özen, kadınların yaşadıklarını büyük büyük sloganlar atarak değil de, ufak ufak; hani çok naif kelimelerle anlatıyor. “Siyah değil, turuncu bir anlatım benimkisi” diyor
![](https://kastamonu-ajans.com.tr/wp-content/uploads/2025/02/deniz-ozen-basaran-kadinlari-siyah-degil-turuncu-anlattim-0-cP6O8pwq.jpg)
Kitabın ismiyle; “Kahvaltıyı Balkonda Yapalım” ile başlayalım. Bu ismi tercih etmenizin özel bir nedeni var mı?
Kahvaltının mutlulukla ilgisi çoktur şairin dediği gibi. Ve özellikle biz kadınlar için kahvaltıyı balkonda yapmak da katmerli bir sevinç halidir. İçte ne kadar dert keder olursa olsun, ondan sıyrılıp zamandan, hayattan çalma halidir kanımca. Bu olumlu söylemi de genelde kadınlar çevresine yayar. Bu yüzden ferahlama, nefes alma, mutlu olma hali diye açıklayabilirim.
Ama kitapta balkonda kahvaltıda geçen bir öykü yok…
Müge’nin her şeyden sonra yolda yürüme hali, Sultan’ın kuşuna gülümsemesi, Zeynep’in “Seni seviyorum”u, Aslı’nın çantasındaki kitabı bulması, balkonda kahvaltı yapma duygusuyla eş. Aslında tüm karakterlerim balkonda kahvaltı yapıyor!
Öykülerde ‘an’lar var. Bir nevi, kadın fotoğrafları diyebilir miyiz bunlara?
Hepimiz ilk aşkımızla karşılaşmışızdır. Ya da hepimiz gecenin köründe korkarak, bir dolmuşa binmişizdir. Ve hepimiz bazen karanlığımıza birilerini alırız. Korktuğumuz ya da gülümsediğimiz bir anda; yani tam o anda biri fotoğrafımızı çekse yüzümüze vuran duygumuz kağıda olduğu gibi yansır. Ben de bunu yakalamaya çalıştım. O an o duyguyu yansıtabildiysem ne mutlu.
Kadın hikâyeleri acılar üzerinde yükselir genelde. Kadınlar daha çok acı yaşadığından belki. Ve bu hikâyelerin anlatımı da genelde koyu renkte; çok imgeli, çok siyasi ve çok mesajlı oluyor. Ancak senin hikâyelerinde bu kaygı yok. Çok yalın. Bir renkle tanımlarsak mesela, turuncu diyebilir miyiz?
Ne güzel bir benzetme oldu bu. Evet, diyebiliriz. Hatta kırmızı, açık mavi ve koyu yeşil bile var. Ama genelde turuncu doğru. Asla lacivert ya da siyah değil. Çünkü bana göre kadınlar çok güzel yönetebiliyorlar hayatlarını. Erkekler bir sürü öyküyü daha çok kendi içlerinde yaşarken, kadınlar birbirlerine anlatarak sağaltıyorlar yaralarını. Birbirlerini tedavi edip güç veriyorlar. Az önce ağlayan bir kadını biraz sonra Türk kahvesini yudumlayıp gülerken görebiliyorsunuz da. Toplumsal veya bireysel ağır koşullara rağmen kadınları dirençli yapan budur işte. Kadın hem kendini hem etrafını onarır.
![](https://kastamonu-ajans.com.tr/wp-content/uploads/2025/02/deniz-ozen-basaran-kadinlari-siyah-degil-turuncu-anlattim-1-xKHM7BEj.jpg)
Kitabınızda bir köy hikâyesi de var. Adı ‘Suna’. Diğerlerinden farklı bir tarza da sahip. Ege şivesi kullanmışsınız. Bu bilinçli bir seçim miydi?
Aldatılan kadın hikâyesini Suna üzerinden yazmak istedim. Reşat Nuri Güntekin, Necati Cumalı, Orhan Kemal ve Talip Apaydın, gibi yazarların kitaplarını okuyarak büyüdüm. Suna ile o döneme bir selam yollamak istedim kendimce. Kentleşmeyle birlikte köy edebiyatın radarından çıktı. Artık ‘taşra’ kavramıyla konu olabiliyor, büyük şehirlerin dışındaki hayat. Ama ben hâlâ daha köy romanlarını çok severim, hangi ülkede geçerse geçsin.
Yazar isimleri anmışken, “Hiç unutamadığım” dediğiniz bir yazar ya da “Çok etkilendim” dediğiniz bir roman oldu mu hayatınızda?
Aslında bende iz bırakan birçok kitap oldu. Hepsini elbette sayamam ama Vedat Türkali’nin, -başta Güven olmak üzere-, külliyatı benim unutulmazlarımda başı çeker. Bazı kitaplar vardır, sürekli okumak istersiniz. Güven benim için, bu dünyada yapmam gerekenleri hemen bitirip “o” dünyaya geçmek için her şeyi yapmamı sağlayan bir kitap olmuştu. Kitap çıktığında radyoda öğle kuşağı sunuyordum. Programdan sonra koşa koşa eve gidip, gece dörtlere kadar okuyup, bir iki günde bitirdim. Hani okurken bir yandan da bitmesini isteyeceğiniz kitaplar olur ya, öyle bir kitaptır Güven. Çok sinemasal bir dili vardır ki Türkali biliyorsunuz aynı zamanda iyi bir senaristtir. Yani bir kitabı elinden bırakamamak neymiş, Güven ile anladım.
Radyoculukla öykücülüğün ortak noktaları var mı?
Radyoda anlatılan da bir hikâyedir aslında. Bir düş penceresi açarsın dinleyiciye. Öyküleyerek anlatırsın anlatacağını. Kâğıda yazarken ne kadar yalnızsan, mikrofona konuşurken de o kadar yalnızsındır. Binlerce kişi dinliyor olsa da sen mikrofonda yalnızlaşarak anlatırsın. Soyutlarsın yani kendini. Öykü yazmak da benim için aynı. Hem karşımda biri varmış gibi hem de kendimi soyutlayarak yazarım.
Son olarak kitaba dair geri dönüşler nasıl?
Kadınlar beğeniyorlar hikâyeleri. Kadınların detaycılığı geri dönüşlerde de kendini gösteriyor. Bazen bir öyküdeki sadece bir cümle için veya bir kelime için bana duygularını uzun uzun yazanlar oluyor. Bu beni çok mutlu ediyor. Çünkü kalplerine değmeyi başardığımı anlıyorum. Bir okur şöyle yazmış: “Günlük hayatta yanımızdan yöremizden geçip giden bir sürü insan oluyor ve bir sürü şey de yaşanıyor. Ancak ne hissettiklerini aslında bilmiyoruz. Siz işte tam o yanımızdan geçenlerin o an içinden geçenleri yazmışsınız. Artık daha bir dikkatli bakıyorum insanlara…” Bu benim için yeterliydi.
(KÜLTÜR SANAT SERVİSİ)
More Stories
O ilde kar nedeniyle yarın eğitime ara verildi
Kızıl Goncalar’ın yapımcısından final açıklaması
ART-ÇIL: Depremi sanatla anmak